Sovyetler Birliğinin çöküşü birçok gelişmelere yol açtı. Özellikle Avrupa’da kayıpta olan Rusya hiç olmazsa Kafkasya’yı elde tutmak istiyordu. Amerika ve Clinton yönetimi Kafkasya’yı Rusya’nın arka bahçesi olarak kabul etmeye mütemayil idi. Türkiye epey uğraşı sonunda ABD’nin bu tutumunu değiştirdi.
Türkiye’nin enerji koridoru olması konusu seçimlerde epey konuşuldu. Seçimler bitince sanki arka planda kaldı. Gene ortaya atılır gibime geliyor. Ama onun bir geçmişi var.
Ukrayna harbi dolayısıyla petrol ve gaz satışında sıkıntı çeken Rusya arayış içinde. Keza Türkmenler de Avrupa’ya Türkiye üzerinden nasıl gaz ulaştırırız diye tekrar gayret sarf ediyor. Avrupa ise enerji sıkıntısını hal etmeye çalışıyor.
Viyana’daki Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatındaki görevimin benim meslek hayatımdaki son olacağının bilincindeydim. Bu göreve fazla heyecanla da gitmedim. Ama en iyisini yapmaya kararlıydım. Fakat neye yol açacağı konusunda fikrim yoktu.
Yaptığım işlerin başında teşkilatın 1999 zirvesi için Cumhurbaşkanı Demirel’in izniyle İstanbul’un adaylığını koymak oldu. Bir meslektaşım Bakanlığı bu alanda hep “by-pass” ettiğimi yazmış. Doğrudur. Bakanlığım zirvenin İstanbul’da yapılmasını istemiyordu. Demirel’in tam desteği olmasaydı yapamazdık. İstanbul için konulan vetoları tek tek kaldırttık.
Zirve öncesi Marmara’da iki deprem oldu. Zaten zirveye katılım yüksek düzeyde olur mu endişesi vardı. Herkes Başkan Clinton gelecek mi diye bekliyordu. AGİT’deki ABD Sefiri Clinton’u özel bir numaradan yanımda arayıp gelmesini sağladı. Zirvenin gerçekleşmesini sağlayan Demirel’e ek olarak ABD Sefirinin katkısı da büyük oldu. Başkan Clinton’un gelişi ile beraber bütün liderler, Rusya lideri Yeltsin dahil çoğu eşleri ile herkes hazırdı.
Zirveden önce AGİT Dönem Başkanı Norveç Dışişleri Bakanı son bir danışma için İstanbul’a geldi ve zamanın Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile görüştü. Görüşmede ilginç bir şey söyledi. Zirveden sonra 11 Aralık’ta yapılacak Avrupa Birliği zirvesinde Türkiye’yi muhtemelen resmen aday ilan edecekler deyince kimden bu bilgi diye sordum. Shimon Peres (!) ve Hollanda Dışişleri Bakanı dedi.(Norveç AB üyesi değildir.) Ben o sırada AB Dönem Başkanı olan Finlandiya’nın gücü yetmez diye düşündüm. O zamanlar İsrail bizim AB’ye girmemiz için ciddi faaliyet gösteriyordu.
Zirve, kararları yönünden çok zengin geçti. Artık geçerliliği fiilen sona eren ve yazımına fiilen katıldığım AKKA (Avrupa Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Anlaşması) da bu zirvede gerçekleşti. Nato ve Varşova paktı üyeleri arasında denge kuran AKKA Varşova Paktının sona ermesi ve Pakt üyelerinin Nato’ya yönelmesi ile zaten kıymetini yitirmişti.
Akşam da başta Clinton ve Fransa Cumhurbaşkanı eşleri de dahil eğlendiler, dans ettiler.
Ama zirve dışında çok önemli bir gelişme yaşandı. O zamana kadar Orta Asya’dan gelen enerji Rusya üzerinden geçiyordu. Rusya’nın tekelinde idi. Biz ve Batılılar bundan rahatsızdık. Zirveye paralel olarak bir gelişme yaşandı.
“Azerbaycan, Gürcistan ve ülkemiz arasındaki Hükümetler arası Andlaşma (HA – “Intergovernmental Agreement”) 18 Kasım, 1999 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) zirvesi paralelinde Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye Cumhurbaşkanları ile (şahit sıfatıyla) ABD Başkanı tarafından imzalandı.” Boru hattı Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı olacaktı.
Rusya’nın enerji geçişinde boru hatları vasıtasıyla tekel transit ülke olması ilk kez kırılacaktı. Bu anlaşmanın gerçekleşmesi için Demirel ile beraber Başkan Clinton da kilit rol oynadı. Bazı petrol şirketleri bu hattı uzun buluyordu. Clinton ağır bastı.
Türkiye’nin Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı vasıtasıyla enerji koridoru olması bu olayla başladı. Zirveden çeyrek asır geçti.
Zirve, gözlerin Türkiye’ye odaklanmasının dışında, kısa bir süre sonra Avrupa Birliği zirvesinde AB adaylığımızın resmen ilan edilmesinin ötesinde enerji konusunda hayati bir gelişmeye yol açtı. Asrın son büyük zirvesi bu şekilde İstanbul ile sona erdi.
Gelelim bugüne. Devletler aynı. Aktörler farklı. Bugün ABD ile ilişkiler şeker renk. Gerek Reagen gerek Clinton Özal, Çiller ve Ecevit’i ağırladılar. Biden gibi Erdoğan’ı ağırlamak konusunda utangaç değillerdi.
Clinton sayesinde Rusya’nın Orta Asya enerji kaynaklarının nakli konusundaki tekeli kırıldı. Türkiye’nin Kafkaslarda etkinliği arttı. Ama şimdi de bizim Rusya’ya enerji bağımlılığımız arttı.
Clinton Türkiye’nin AB üyeliği konusunda da AB’ye baskı yapıyordu.
İsrail, Washington’da Ermeni lobisinin faaliyetlerine karşı tutum takınmıştı. Ben Washington’daki görevim sırasında İsrail lobisi ile dirsek temasındaydım. Ankara’da iken ise Avrupa’daki İsrail lobisi ile Türkiye’nin AB’ye girmesi konusunda çok sıkı çalıştık. (Hatta Beşar Esad bile M.Ali Birand’a verdiği mülakatta Türkiye’nin AB’ye girmesinden memnuniyet duyacağını, Suriye’nin böylece AB ile komşu olacağını söylemişti.) Suriye ile bugünkü ilişkiler malum!
İsrail’e gelince: İsrail eski İsrail değil. Türkiye de öyle.. İsrail’in Gazze’de yaptıkları affedilemez. Ondan önce de Mavi Marmara krizini yaşamıştık İsrail ile… Bugün ilişkilerin geldiği nokta çok zor tamir edilir durumda.
AB ile ilişkilere gelince; müzakerelerde gereğini yapamadık. Avrupa halklarının bir kısmının Türkiye’ye karşıt tutumuna rağmen Hükümetlerde nispeten iyimser bir hava vardı. Bu iyimserlik Kıbrıs meselesinin çözümü için rahmetli Denktaş tarafından reddedilen birinci Annan Planına da yansımış ve planın uygulama safhaları Türkiye’nin AB üyeliğine bağlanmıştı. AB normları konusunda gereğini yapsaydık bile almazlardı diyenler olacaktır. Biz yapalım da onlar almasaydı. Yük onların sırtında kalırdı. Türkiye beceremedi denmiyecekti.
1990’lar daha iyi imiş.